top of page
  • Yazarın fotoğrafıMeltem Akadur

BAHARA AŞIK KIŞIN HİKAYESİ


Bir ekinoks sabahıydı onunla ilk karşılaşması. Kiraz ağacının dalındaki o minicik tomurcuğuyla görmüştü onu ilk kez. Toprak kendini ufak ufak yeşilin o dingin ruhuna bırakmış, gökyüzü bulut bulut göz kapaklarını aralamış, güneşe selam verirken. Artık bu taze uyanıştaki dünyadan çekilme vaktinin gelmesi, yine ince bir hüzüne boğmuştu onu. Ama sadece incecik bir hüzündü bu derinlerde hissettiği. Çünkü O’nunla karşılaşacağı ekinoks sabahını bekliyordu koca üç yüz altmış beş gün boyunca, sabırla.

Bu kadar kısacık zamanda yaşamak zorunda kaldığı, ruhundan dünyaya taşan aşk, toprağın üzerine serilmiş kristal parçalarını birer su damlasına çevirecek kadar kuvvetliydi.

‘Keşke’ diyordu içinden; keşke şu gökyüzünün mavisini, ağaçların rengarenk boyanmış dallarını, sudan yansıyan güneş ışınlarını, birbirine şarkı söyleyen kuşların senfonisini biraz daha yaşayabilmemin bir yolu olsa. Keşke şu içimdeki rüzgarlar da yaşasa baharı, çiçek açsam bende gökyüzüne.

Önce havaydı baharın müjdesini dünyaya, hüznünü kışa ulaştıran. Heyecanlı uyanışı başlatan; doğayı kucaklayan; kışa, dolmakta olan süresini hatırlatan. Doğa renklerine yavaş yavaş kavuşuyordu, sanki bir ressamın fırçasını tuvaline kavuşturan dokunuşları gibi. Havanın yükselen enerjisi sönümlüyordu kışın içleri donduran fırtınalarını. Artık git diyordu ona, başlıyor bekleyişin bir sonraki kışa.

Sonra suyun parıltısı ayrı bir renge büründü, sarılar kırmızılar en çokta yeşiller sarmaya başladı yüzünü. O yüzün altında gözlerini tekrar tekrar dünyaya açmaya başlayan hayatlar kıpırdanmaya başladı. Birbirlerine ‘günaydın’ dercesine kuyruklarını sallıyor, uyanan yeryüzünü içlerine çekmek için suyun yüzeyinden kafalarını uzatıyorlardı. Çok uzak ülkelerden tatillerini bitirmiş hayatlar da dönüş yolundaydı, kimisi varmıştı bile. Tüm denizler, nehirler, göller, ırmaklar sahip oldukları o muhteşem enerjiyle gökyüzüne çevirmişlerdi bakışlarını. Bulutların arasından başını uzatmış güneşi istiyordu hepsi, sıcaklığıyla kendilerini kanatları altına alsın diye.

Kış kendini geri çekmeye başlamalıydı artık. Ama öyle yavaştı ki, toprağın üzerini örten kristalleri her dakika daha fazla parıldıyordu. Güneş ısrarla kollarını uzatsa da o direniyordu su olup toprağa karışmamakta. Kararlıydı, yeryüzündeki mesaisini azıcık daha uzatmakta ısrarlıydı oldukça. Baharsa anlam veremiyordu bu inada. Kış için artık dinlenme zamanı gelmişti, nedendi bu fazladan kalma isteği?

Karar verdi, konuşmalıydı kışla. Gitti yanına, yaklaştıkça titremeye başlayan ruhuyla. Kış şaşkın bir heyecanla karşıladı baharı, bir tarafta baharın o muhteşem çiçeksi kokusunu, sahip olduğu fırtınalarla karşılamanın mahcubiyetiyle. Ama ne yapabilirdi ki, o kıştı. Baharın yolunu güneşle aydınlatamazdı, seremezdi önüne papatyalar, menekşeler, kasımpatıları.

O anlattı, kış dinledi, birlikte olamayışlarının sebebini. Dinledikçe çıtırdadı yüreğindeki buz taneleri, eridi eridi. Ve kış bırakıp gitti doğayı, baharın sımsıcak kalbine.

Tabi ki burada bitmeyecekti kışın bahara duyduğu o beklentisiz aşk. Bir sonraki ekinoksta yine kavuşacaktı sevdiğine. Onun yaşayabildiği aşkı bu kadardı işte, gökyüzü ile yeryüzü arasındaki cemre kadar.

14 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page