Meltem Akadur
BİR DİLEK TUT

Yüzünü gökyüzüne çevirdi ve parlayan ilk yıldıza bakarak tuttu dileğini. Dünya üzerindeki
otuz altıncı senesine bu dileğin ışığıyla yol bulmaya ümitli, tüm ruhuyla diledi. Dileğin
yüreğinde yarattığı heyecanla yıldız giderek büyüdü ve tüm diğer yıldızlarla aydınlanmış koca
karanlığı kucakladı. O anda kadın, kafasını yüz altmış santimlik göz hizasına indirdiğinde fark
etti karşısında dikilmekte olan yabancıyı. Yabancı mıydı? Ondan da emin değildi. Belki de
tanıyordu bir yerlerden, geçmişten. Yoksa gelecekten mi? Kestiremedi. Birbirlerine karşı
sessiz-sonsuz-yoğun-derin-anlamsız-dağınık bakışları bir an sürdü. Issız bir ilgi, şüpheli bir
merak içerisinde ilk konuşan adam oldu.
-Mendilinizi düşürmüşsünüz, buyurun.
-Ah, teşekkür ederim.
Yanından aynı karmaşık hislerle geçip giderken adam, elindeki mendile baktı. Bu mendil
onun değildi ki! Ama üstünde kendi adı yazılıydı. Hatırlayamasada üzerinde duramayacak
kadar dalgındı zihni. Dalmıştı karanlık gökyüzünden yansıyan yakamozların titreşimine.
Gecenin bastıran hareketi çıkardı onu düşüncelerin dipsiz kuyusundan. Arkadaşlarının yanına;
onun için, sosyetenin Boğazdaki yeni gözdesi olan mekanda düzenlenen partiye döndü.
Eve geldiğinde saat neredeyse ikiye geliyordu. Her girdiği ortamın gözdesi olmayı, ilgiyi,
pahalı hediyeleri, gösterişli her şeyi seviyordu ve bu sevdiği şeylerin hepsine sahip olduğu
gündü doğum günü. Makyajını temizlemeden evvel tüm gece kapalı kalan telefonu şarja
taktı. Hiç alışık değildi, telefonsuz geçirilen saatlere. Üstelik yaptığı paylaşımlarla onlarca
beğeni alabileceği böyle bir gecede. Ekranın açılmasıyla Avustralyadaki arkadaşının mesajını
gördü. Saate baktı, aradaki saat farkını hesaplayarak görüntülü aradı. Çocukluğundan beri
yediği içtiği ayrı gitmeyen, gözü kapalı sırtını yaslayabileceği, kardeşten öte tek dostuydu
fakat altı ay önce taşınmıştı. Bir süre çaldıktan sonra ekrana arkadaşının görüntüsü geldiğinde,
belki de o ihtişamlı partide hissetmediği bir şeyi hissetti kalbinde ‘aile sevgisi’.
-İyi ki doğdun bir tanem. Nasıl geçti parti?
-Çok teşekkür ederim tatlım. Parti her zamanki gibi muhteşemdi
- Eminim bütün teneke beyinli dostların doluşmuştur partine. Malum, bedava takipçi ziyafeti,
seksen milyonun önüne sunulmak üzere patlayan flaş ışıkları, kaçırırlar mı hiç
-İlahi, yine başladın
-E öyle değil mi, eminim çoğu kimin partisi olduğunu bile bilmiyordu. Birkaç dekolteli havuz
başı, iki de dans pistinde sanki saatlerdir eğleniyormuş havasında paylaşılan hikayelerden
sonra, kös kös boşlukta sallanan hayatlarına dönmüşlerdir.
Haklıydı arkadaşı, her zaman olduğu gibi. Onunla her konuşmasında hayatı sorgularken
buluyordu kendisini. Ama tekrar sığ hayatına geri dönmesi fazla sürmüyordu. Bu sefer biraz
daha farklıydı sanki. Yeni yaşın getirdiği bir duygusallık mı, fazla kaçan alkol müydü sebebi,
bilemedi ama yıldızların altındaki o garip karşılaşmadan beri değişik hissediyordu.
-Allah aşkına, bugün beş parasız, işsiz kalsan o insanların kaçı senin yüzüne bakar?
-Boşver hayatım, günümüzü yaşıyoruz, varsın yarın yanımda olmasınlar, kim takar.
Aslında düşününce, epey yalnız değil miydi? Bütün günü beraber geçirdiği insanlar onu ne
kadar tanıyordu?
-Hayatım, seni ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun, ama biraz çeki düzen ver kendine, sanki
yarın hiç yokmuş gibi yaşıyorsun. Elindekilerin kıymetini bil. Burada olsan beni biraz
anlardın. Denetimler giderek artmaya başladı, salgını duymuşsundur, ekmek almaya bile
korkar olduk.
-Amaan içimi kararttın, doğum günümde açtığın konuya bak aşk olsun
-Tamam neyse, özür dilerim, kapatıyorum konuyu.
Gündelik hayatın içindeki sıkıcı, depresif haberleri bilmek istemiyordu. Ne gerek vardı huzur
içinde yaşıyorken bilmem nerde hastanelik olan insanları öğrenipte canını sıkmaya. Her
zamanki sıradan dedikodularına döndüler ancak tel.u kapattığında zihni çok yorulmuştu. Ağzı
başka konuşurken, zihni apayrı yerde olmak için çaba harcıyordu ve bu durum tüm enerjisini
almıştı. Bu zamana kadar yaşadığı hayatı hiç bu şekilde dışardan seyretmemiş olmanın
tecrübesizliğiydi hissettiği yorgunluk. Üstünü değiştirirken aklına mendil geldi. Çantasından
çıkardı ve adının yazılı olduğu kıvrılmış köşesini açarken anlık bir görüntü gelip geçti,
mendille gözbebeği arasındaki boşlukta. Mendili ona uzatan bir el, erkek eliydi bu. Samimi
parmakların sıcaklığıyla kalp atışı da hızlanmıştı. Sanki gerçekten orada, yanı
başındaymışçasına bir sıcaklık sardı vücudunu. Gerçekten çok garip bir geceydi. Bir an evvel
zihnini yastığıyla buluşturup, bu geceyi sonlandırmak için yatağa girdi.
Gece hiç bu kadar uzun gelmemişti. Kaçmak istedikçe zaman geriye doğru gidiyor, bir türlü
ertesi sabaha bağlamıyordu geceyi. Rüyaları ardı ardına onu içine çekiyor, uyanmaya
çalıştıkça daha da çaresiz bırakıyordu. Sanki bir dizinin tüm sezonlarını bir gecede bitirmeye
çalışır gibiydi. Bir bölüm bittikçe sonraki bölüme devam ediyordu. Dizinin baş
karakterlerinden biri kendisiydi. Ancak öteki adamın yüzünü bir türlü göremiyordu. Bir an
dudak dudağa aşka susamış gibiyken, bir anda eşyaların havada uçuştuğu kavgaya
dönüşüyordu.
Sabah uyandığında başı deli gibi ağrıyordu. Yine de hazırlanıp işe gitmeliydi, daha evvel asla
geç kalmadığı, hayatından daha değerli olan işine. Her sabah olduğu gibi en bakımlı haliyle
orada olmalıydı, oldu da.
Herkes tarafından o çok sevdiği pohpohlanma anının zevkiyle burnu gökyüzüne dönmüş
halde toplantıdan çıktığında, ödüllendirmek için sahildeki kafeye attı kendini. Bir yandan
kahvesini yudumlayıp bir yandan sosyal medyadaki tatil ve paparazzi paylaşımları arasında
gezinirken yan masadaki konuşmaya takıldı kulağı istemeden. Hastalıktan bahsediyorlardı,
hani şu sosyal medyada bahsi geçen salgından. Arada başlıklara denk geliyor ancak altında
yazan haberi okumadan geçiyordu. Ne de olsa ülkemizde rastlanmamıştı, ilgisini çekmiyordu.
Ancak fısıltıyla konuşan bu iki adam ailesinde birinin bu hastalığa yakalandığından
bahsediyordu. Yok canım, yanlış anlamışlardır, belki de palavra atarak arkadaşının dikkatini
çekmeye çalışıyordu, kim bilir. İlgisinin tekrar ekranda ünlü tasarımcının mayosunu giyen
fenomene dönmesi çok sürmedi.
Son haftalarda oldukça yoğundu, geç saatlere kalınan mesailer, krizin yarattığı veda
yemekleri, toplantılar… O sabahta tüm gece çalışmış olmanın sersemliği ile üzerinde taşıdığı
yorgunluğu çantasına atmış, trafikte ilerlemeye çalışıyordu. Tam yol açıldı hızlanayım derken
yan şeritteki araç önüne kırınca kazadan kıl payı kurtulmayı başardı. Anlık yaşadığı korku ile
zihni onunla yine belli belirsiz bir hikaye paylaştı. Hikayedeki mekan yine bir arabaydı ama
bu sefer sürücüsü o değildi. Bir davete gidiyorlardı ve yolu bulmaya çalışırken girmeleri
gereken sokağı kaçırmış, adamın son anda frene basmasıyla arkadaki araç ile ciddi bir kazanın eşiğinden dönmüşlerdi. Görüntüler, işittiği hakaretler o kadar gerçekçiydi ki, kendini
toparlaması saniyeler sürdü. Toparladığında içini bir korku sarmaya başladı. Son zamanlarda
çok sık oluyordu. Belki de çok yorulmuştu, biraz kendine vakit ayırmalıydı. Tabi ki kendisi
için yapabileceği en iyi şey gidip alışveriş yapmaktı. Öyle ya, kendine vakit ayırmak bu değil
miydi? Yemek molasında kendini çalıştığı ofisin altındaki alışveriş merkezine attı. Beğendiği
ayakkabının üç rengini, ünlü oyuncuda görüp aşık olduğu mavi elbiseyi ve onunla uyumlu
çantayı aldığı gibi kasaya gitti. Yeni kıyafetlerini kızlara gösterip hava atmak için
sabırsızlanarak asansör kuyruğuna eklendi. Epey kalabalıktı, elleri poşetlerle dolu bir ton
insan sıra bekliyordu. Arkasındakinin öksürüğü ile ensesinde hissettiği buharın etkisiyle, ters
bir bakış atmak için arkasını dönerken göz göze geldi, yan kuyrukta bekleyen adamla. İkisi de
hemen tanıdılar birbirlerini. Karşısındakinin de tanımış olduğunu anlatan bakışlar karşısında
selamlaştılar.
-Merhaba
Bu sefer karşılıklı isim paylaşımı kaçınılmaz olmuş ve adamın kahve teklifiyle bir sonraki
adım yerini bulmuştu. Uzun sürecek sohbetlerin, unutulacak zamanın, ertelenen işlerin
başlangıcı olmuştu o kahve. İşe ilk defa o öğlen geç kalmıştı, ama umurunda değildi. Akşam
eve dönerken aklı bambaşka yerdeydi, hayatında ilk kez hissettiği bu duyguyla ne yapacağını
bilemez bir halde ruhu çok uzaklara uçmuştu. Radyodaki haberle çıktı dalgın
düşüncelerinden. ‘yasak’, ‘hasta’, ‘maske’ bu üç kelimeyi aynı cümlede duyunca habere
odaklandı, ilk kez. Sesini iyice açtı,
-Belirsiz bir süre boyunca zorunlu ihtiyaçlar dışında sokağa çıkma yasağı ilan edildi.
Günler birbirini taklit edercesine geçerken, hayat aynı belirsizliğinde hapsetmişti insanları ve
zamanı içine. Zorunlu haller moduna alınmıştı insanlar. Pencere ardından izlenen boş
sokaklar; o sokaklarda varoluşunu özgürce yaşayan doğa; doğasına dönen, iç dünyasında
kendini yeniden keşfeden insanlık. Fiziki mesafeler artmış ancak ruhsal dostluklar kendine
yeniden yol bulmuş, ikinci baharını yaşıyordu.
Günlerdir evden çıkmamıştı. İlk günler eski rutininde yapılan makyajlar, evde giyilen
topuklular yerini giderek şort tshirte bırakmaya başlamıştı. Alışverişe çıkamamak başlarda
çok ağır gelmişse de zamanla o ihtiyacından da vazgeçmiş, şaşkınlıkla birleşen bir rahatlıkla
karşılamıştı bunu. İş toplantıları dışında neredeyse kimseyle görüşmez olmuştu. Bir kişi hariç.
Neredeyse her akşam saatlerce görüntülü sohbet ediyorlardı. Birbirlerinde dinleyecek ne çok
cümle vardı, noktası gelmesin diye dua ederek paylaştıkları. Ne çok virgül vardı, onları
birbirine bağlayan. Bazen karı koca gibi birbirlerinin hayatına dahil olup, şaşkınlıkla geri
çekiliyorlardı. Her şey çok hızlı ilerliyordu. Tıpkı dışarıda hızla ilerleyen salgın gibi, sessiz ve
sağlam.
Haftalar aynı rutin dakikaları takip ederken, telefon ekranında buluşmak artık yetersiz
gelmeye başlamıştı. Sokağa çıkma yasağı hala devam ettiğinden, gizlice buluşmaya karar
verdiler. Adam sağlık çalışanı olmanın verdiği izni bir seferlik kendi çıkarına kullanmayı hak
görmüştü kendisinde. Kadının evine geldi, zile bastı ve kapı açıldığında tek kelime etmeden
sımsıkı sarıldılar. Sarılma anında zihni yine çok uzaklara, aslında tam yanındaki zamana
götürdü onu. Akşam kapıda karşılanan eş, ona mükellef bir sofra hazırlayan kendisiydi bu
sefer hikayenin konusu. Ama bu sefer adamın yüzünü görebilmişti, tam karşısındaydı. Bir
anda zihni parçaları bir araya getirmeye başladı. Gözyaşları ile kendini sahile attığı o doğum
günü ve tüm kalbiyle ağzından dökülüveren dileği. Her şeyi hatırlıyordu, evlilik sonrası
dökülen yaşları, havada uçuşan tabakları, kutlanan birliktelikleri, kendi eliyle adını işleyip
hediye ettiği mendili.
Dileği onu tekrar aynı adama getirdikten üç gün sonra iki şahit ve bir memur eşliğinde sessiz
bir nikahla evlendiler. Bu sırada salgın da giderek kaybettiği gücünü insanlara devretmiş,
dünyaya, hayata bakacak yeni pencereler bırakarak uzaklaşıyordu.
İnsanlar yavaş ve şüpheyle kapılarını açmaya başladılar. Ama artık eskisi kadar kolay değildi
o kolu çeviripte, aylarca içerden baktıkları kapıyı arkalarında bırakmak. Kolay olmayacaktı
elbette, o korkuyu, yalnızlığı, yarınsızlığı aylarca zihinlerinde benlikleri gibi taşıdıktan sonra
eski kalabalık-gürültülü hayatlarına dönmek. Yine de artık içlerinde umut vardı, arınmış bir
umut.
Kadın da hayatında ilk kez arınmış hissetti, tüm fazlalıklarından. Kendisini o noktaya getiren
şeyin aslında sahip olamadıkları değil, fazla sahiplendikleri olduğunu anlamıştı. Gereksiz yere
kendinden ne çok ödün verdiğini, ne çok şeyi sorun haline getirdiğini, ne kadar ufak şeylere
önem verdiğini anlamıştı. İkinci kez, tekrardan, ama ilk kez evlendiği bu adamla yeni dünya
nasıl bir yer olacaktı? Bilemezdi elbette, insan zihni, insan doğası çok karmaşık. Ders almaya
meyilli ama maalesef tembel bir öğrenciydi.
(Erbulakevi, 2020 'Pandemiden Sonra' konulu öykü yarışmasına katılmıştır)