top of page
  • Yazarın fotoğrafıMeltem Akadur

KARANLIK


Yangın vaarr, diye bağırıyorsun, ama kimse duymuyor seni. Tüm gün, gömleğinin düğmesini bile tek elinle ter dökerek açtığın, sırf O’nun eline dokundu, O’nun kokusunu tüm hücrelerine çekti diye yüzünü bile kaşımadığın elin, kokusunu içine çeksin diye çenenin altından burun deliklerine doğru uzanmışken, aynen böyle bağırıyorsun boşluğa. Bunu daha önce de yaşamamış mıydın? Hem de sayısız kez. O yangınlar da az kül bırakmadın ardında. Küllerinle yaşıyorsun, seni ayakta tutan onlar. Olmasa, sen bugün ‘sen’ olamazdın ki.

-Aynı yıldıza sevdalıyız biz seninle; parıldasa hangimize, sönse hangimizden sebep diye kavga ederiz, demişti ya hani sana. Sen de ona,

-Biz o yıldızın ışığıyla bulduk birbirimize giden yolu. Sevdamız ona değil, bizi bir araya getiren o yola tuttuğu ışığa demiştin.

Şimdi tekrar tekrar bir araya getiriyorsun tüm kelimelerimizi. Onlardan yeni yeni cümleler, o cümlelerden yeni yeni hikayeler çıkarıyorsun.

Çıt çıt çıt…

Biri mi var orda?

Yok daha neler, bu karanlık dünyada ondan başka kim var ki? On senedir orada yaşıyorsun, alışamadın mı hala?

Yıldıza nasıl ulaşabilirim diye düşünüyorsun.

-Seni orada bekleyeceğim, demişti sana, unutmadın onu, unutamadın ki. O senin dünyandaki ışık kaynağın, sol tarafında bir patlama varsa, sebeptir onun varlığı. Sahi, nasıl tanışmıştınız siz?

Herhangi bir gün, herhangi bir saatti. Sen başını yastığa koymuştun. Dört bir tarafını alevler sarmış, sanki öğlen sıcağında cam fanusa kapatılmış bir serçe gibi çırpınıyordun. Gün yeni mi başlıyordu yoksa tüm demini vermiş, gecenin soğuk tasında pay edilmeyi mi bekliyordu. Ne farkederdi, hayat o gün başlamıştı zaten senin için. Kulağına fısıldamıştı ‘gel, seni bekliyorum uzun zamandır’ demişti. ‘senin de beni beklediğini biliyorum’. Sonra şu kapıyı göstermişti. O kapı hep orada mıydı? Tabi ya, birkaç kez daha görmüştün onu, ama tam uzanacakken yok olmuştu, sanki toza dönüşüp havaya karışmıştı, sanki hiç var olmamıştı. İşte şimdi yine orada, hadi açsana!

-Nerede bu anahtar?

-Anahtar bende, diyor, kalbini yerinden sökercesine bir doğallıkla. Ama onu hak etmelisin. Söylesene, beni ne kadar istiyorsun?

Daha önce hiç bu kadar net sormamıştı sana, doğrudan…

-Sana o çok sevdiğin yıldızı getirsem?

-Bunu yapabilir misin?

Tabiki, sonunda ona kavuşacaksan, on senedir hayalini kurduğun, kimi zaman sıcaklığını parmak uçlarında, kimi zaman kokusunu ruhunda hissettiğin, tek aşkına kavuşacaksan, yıldızları toplayıp ceplerine doldurmak nedir ki.

Asılıyorsun tüm gücünle küreklere. Öyle ya, göğe tırmanacak altındaki tekne, iskeleleri var besbelli sırayla toplayacak sönmüşleri, sönecekleri. Onlara hayat verecek aşkın, sana da. Ya dönemezsen? Amaan, bekleyenin mi var şu karanlık dünyada. Işığın var seni orada bekleyen, sana ışığını verecek olan, on senelik hasretini söndürecek olan. Yıldızlar tek tek sana kucak açıyorlar, senden yanalar belli.

-İşte, kapının anahtarı. Al aç bakalım seni orada bekleyen güne doğru ahşap kanadı.

Kapıya doğru ilerliyorsun, altından ince bir çizgi yayılıyor sana doğru, sıcaklık giderek artıyor. O zaman fark ediyorsun kıyafetinin sırılsıklam olduğunu, yanaklarından çenene doğru ilerleyen damlaları.

Birkaç adım daha kaldı, oysaki sana çok yakın görünüyordu kapı.

İki adım daha

Sahi nereye gitti? Yanımda kalacak sanıyordum, o kapıdan beraber geçmeyecek miydik?

Son bir adım

Elindeki metal anahtar parmaklarını yakmaya başlıyor, ama umurunda değil. Yavaşça, merakla, sabırsızca, kilide sokuyorsun ve dikkatlice çeviriyorsun.

Klik

Kapının kolu olmadığını o zaman fark ediyorsun, itmeye başlıyorsun, açılıyor

İşte on senelik karanlık dünyanın ışığa kavuştuğu an. Gözkapakların düzensiz şekilde gözbebeklerini örtüyor.

-çabuk battaniye getirin

-İtfaiyeyi aradınız mı

-Yangın tüpünü bulsun biri

-Her yer duman hiçbir şey göremiyorum

Ben görebiliyorum. Bu koku, yanmış ahşabın o müthiş kokusu, ama bu toz bulutu nedir? Sırtımdaki bu acı…kırmızı renk bu muydu, hatırlıyorsun, on sene önceydi ama hatırlıyorsun, o kazayı, Sevgi’yi…

Gözlerin O’nu buluyor, hiç değişmemiş, yüzünde son gördüğün aynı telaş, aynı korku… Sana doğru yaklaşıyor. Şimdi çok daha yakından bakıyorsun o bulutlu gözlere.

-Dayan, daha vakti gelmedi, diyor sana.

Bir patırtı kopuyor, duyabiliyorsun, o kadar yakınki, herkesin yüzündeki korkuyu görebiliyorsun ama sen korkmuyorsun. Çünkü o korkuyu görebilmek, o alevlerin sesini duyabilmek bile öyle güzel ki. Öyle hasretsin kik, öyle tutkuyla bekledin ki bugünü. İşte, kavuştun.

Üzerine düşen dolabın ağırlığını tüm bedeninde hissederek, korkusuzca bekliyorsun. Sevgi sana koşuyor.

-Sana ge…li…

Ve yine karanlık…

1 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page