top of page
  • Yazarın fotoğrafıMeltem Akadur

KUTSAL BABALIK


Her şey çok güzel başlamıştı bundan seneler evvel. Önce güzel bir arkadaşlık, sonra sağlam bir dostluk, ardından dillere destan bir sevgililik. Tesadüfi bir şaşkınlıkla keşfedilen ortak noktalar, virgüller; alınan kararlar; kurulan hayaller. Ve on senenin sonunda Venedikte bir sandalda kaptanın şahitliğinde birleşen hayatlar. O tatilden dönene kadarki zaman rüya gibiydi Mesut ve Aylin için. Ancak evlilik, düşündükleri kadar tozpembe rengiyle evlerinin kapısından girmemişti içeri. Başta pembeydi muhakkak, ancak zamanla çatırdayan sevgilerinin isli dumanı duvarlarına sinmiş, tavanı boydan boya geçmiş, tüm cephesini sararak onları içeriye hapsetmişti. -Bıktım artık beni sürekli iğnelemenden, suçlamandan. Bari başkalarının yanında yapma bunu. - Ne yapayım, sorduklarında 'hala düşünmüyoruz' diye yalan mı söyleyeyim ha? Gelmişiz otuz beş yaşına, bilsinler tabi niye çocuk yapmadığımızı, sonra benim erkekliğimi madara etmesinler. - Benim kadınlığımı mı etsinler, daha mı iyi? Tartışmaların odak noktası hep aynı konuydu. Evet, Ayline Allah bu yaşamında annelik yazmamış, bir sonraki yaşamına hak buyurmuştu. Ama bu durum ailesini kaybetme sebebiydi ve buna engel olamıyordu. Anne baba olmayı ikisi de çok istiyordu, inkar edemezdi. Ve bu yoğun, çaresiz istek onların muhteşem aşklarına gölge düşürüyor, gün be gün içine alıyordu. Bir gün yakın bir dostlarının önerisi ve zorlamasıyla, çocuk yapamayanlara derman olmasıyla ün salmış bir doktora gittiler. Doktor üzülerek,

-Üzgünüm Aylin hanım, sizin hiçbir şekilde hamile kalmanız mümkün değil. Ya evlat edineceksiniz -ki o da kesin değil herkese verilmiyor- ya da..

-Ee, ya da doktor bey? diye atıldı hemen Mesut

-Nasıl söylesemki, şey

-Bırak fasa fisoyu da söyle doktor, varsa bir yolu yapalım

-Siz düşünmez misiniz hamileliği?

-Has...sen ne diyorsun doktor, ağzını topla almiyim façanı.

-Lütfen ağzımızı bozmaya gerek yok Mesut bey. Bu yöntem artık çok yaygın biliyorsunuz.

-Ben anlamam, taşfırın erkeğiyim ben. Öyle Mesut karı olmuş dedirtmem.

Doktor ikna etmek için epey uğraştı, edemedi. Ancak eve gidip, üzerlerine sinen soğuk sessizlik ve o sessizliğin içinde kulakları tırmalayan ayrılık çanları kafasının içinde çalmaya başlayınca...

Bu yol belkide evliliğimizi kurtarmak için son çaremizdir, on iki seneyi silip atmak da kolay değil anasını satayım. Sahi geçen kış kulüpteki Ahmet de doğum yapmıştı ya, ulan karı diye arkasından laf etmiştim ama benden başka herkes tebrik etmişti adamı modern bir erkek diye. Benim neyim eksik ondan, tükürdüğümü yalamış olmam dimi yaa.

İki ay sonra, hastaneden mutlu, şaşkın ve saçma duygularını da yanlarına alıp topuklarını havada tokuştururarak evlerine koşacaklarını bilemezlerdi.

- Üç haftalık hamilesiniz Mesut bey

- Neee, inanamıyorum baba mı oluyorum lan ben

- Tanrım, anne oluyorum bende

Sonunda gerçekleşmişti. Her şeyin biteceği, oniki senelik birlikteliğin kopacağı anda, onları birbirine (belki) kenetleyecek bir bağ filizleniyordu. Yol boyunca ikiside heyecanın yarattığı sessizliğe esir düşmüş, ağızlarından çıkacak kelimelere hangi yönde destek vereceklerini bilemediklerinden suskunluklarını eve kadar korumuş, ama kapıdan içeri girdiklerinde eşikte bırakmış, uzun bir zaman sonra ilk kez, sevgili oldukları zamanki gibi birbirlerine sarılmışlardı. Öyle içten, öyle özlem dolu ve öylesine tek ruh olmuşçasına. Aldıkları haber onların hayatını değiştirecekti. Öyle ya, onlar herkesin gıptayla baktığı Aylin-Mesut tu. Öyle kolay mıydı ayrılmak, kıskananları çatlatamadan çatlamak.

Hamilelik haberini aldıktan sonraki günler çok hızlı geçiyordu. Mesutun bedenindeki hormonlar evrim geçiriyor, kendini bilmez bir halde bedeninin içinde savruluyordu; haliyle Mesutun bir günü, hatta saati diğerini tutmuyordu.

Ulan ne zormuş hamilelik, bu ne abicim yaa, saçma sapan bebek bezi reklamına ağlar olduk. Bez bu bez, bokunu tutsun diye kıçına giydiği bez, duygusallığın en son yaşanacağı nokta.

-Aylin, bana pomelo soysana?

-Allah aşkına nereden bulayım sana pomelo? Değil mevsimi, ülkesinde bile değiliz. Elma ister misin?

Öghhh, ne elması yaa. Düşüncesi bile midemi kaldırmaya yetti, pomelo ile aynı şeymi allasen. Tanrım, dizi dizi gözümün önünden geçiyorlar sanki.

Mesutun ilk ayları pek kolay geçmiyordu. E tabi, gecenin bir yarısı keşkül, ardına lahmacun, cila niyetine işkembe içen bir adam hamile kalırsa. Şimdi su içse çıkaracak diye aklına bile getiremiyor. Bir yandan aşermesi, öte yandan mide bulantıları, üstüne bir de artan huysuzluklar, memnuniyetsizlikler, istekler....Mesut ne yöne gideceği belirsiz duygu şelalesi içinde akıntıya kapılmış gidiyor, hatta boğuluyordu. Bir de üstüne göbeği büyüyüpte çorabını bile giyemez olunca hepten kendini salıverdi.

Ulan bira göbeğinden beter oldu, şu hale bak. Nerde üçgenler, baklavalar, nerde derisi gerilmiş, kıl köklerinin çapı iki katına çıkmış karpuz gibi göbek. Sahi bira içmeyi özledim lan ben, iki şişe devirsek ya çocuklarla. Amaan Ne diyorum ben, alkol yasak, az daha bekle Mesut.

Dünyalarına eklenen çocuk, kendi iç dünyalarındaki çatlakları kapatmak bir yana dursun, birbirinden dahada uzaklaştırıyordu parçaları. Her gün tartışmak için bir sebep buluyorlardı.

-Erkek olacak

-Hayır kız olacak, çünkü ben öyle istiyorum, onu opera sanatçısı yapıcam

-Senin isteğinle mi oluyor, ben erkek olacağını hissediyorum. Onu alıp futbol maçına götüreceğim.

En ufak şeyden tartışma çıkaran çift, haliyle cinsiyet konusunda da anlaşamıyordu. Sanki dünya onların sözüyle dönüyor gibiydiler. Ama birbirlerine tahammülleri o kadar azalmıştıki, bundan bile ciddi kavgalar çıkarabiliyorlardı. Tartışmanın sonu cinsiyeti doğuma kadar öğrenmeme, Aylinin kapıyı çekip çıkması ve Mesutun salya sümük ağlaması ile noktalanıyordu. Ancak arada yaşanan mutlu anlar, çocuksu heyecanlar da olmuyor değildi.

-Ayliin, koş, tekmeliyo galiba kerata

-Ayy, Mesut, şu tulumba gibi kalkıp inen şey elimi acaba?

-Bence ayağı, çok sağlam tekme atıyor sıpa. Söyledim sana, erkek olacak.

-Mesuut, başlamayalım yine

Aylin elini Mesutun karnında gezdirirken, geriye kalan herşey birkaç dakikalığına yeryüzünden uçup gitmiş, sanki havada asılı kalmış bekliyordu. Eli, içeride istemsiz canlılık belirtisi gösteren varlığın ritmsiz hareketleriyle kalkıp inerken, ilişkilerindeki iniş kalkışlar da aynı ritmsizlikle kendilerine yol buluyordu Aylinin zihninde. Ama o gergin derinin altındaki varlığın hissi hemencecik siliverdi hüzünlü anıları. Mesut ise bu yaşadığı duygusallığa bir anlam yüklemeye çalışıyor, ama her seferinde hüsrana uğruyordu. Nasıl anlamlı olabilirdiki, gaz sancısından kıvranmakla tuvalete koşarkenki zaman aralığında karnında hissettiği o eklembacaklıvari hisle; gelecekte kayık gibi ayaklara dönüşecek minik varlığın tekmelerinin verdiği aynı fiziksel baskı. Gazı olduğunda sancıdan gözleri yaşarırken, şimdi ise mutluluktan göz pınarları contası atmış musluk gibi durmadan su sızdırıyordu. Ne diye bulaşmıştı bu işe sanki, teknolojiymiş, modern erkeklikmiş, başlarım böyle modern erkekliğe. Ulan dinine yandığım, eskiden karılar doğuruyordu, niye ben diye gıkı çıkmıyordu. Şimdi erkekler de yapabiliyor diye hepsinin yumurtalarının tembelleşeceği tuttu. Yok kardeşim, bidaha hayatta, hele şunu bi hayırlısıyla doğuralımda.

Mesut karnı büyüdükçe hareket kabiliyetini kaybetmesini bahane bilmeye başlamış, her işini Ayline gördürür olmuştu. Giderek tembelleşiyordu, bile bile. Ve tembellik kendini kaybetmeyle birleşince... Bir akşam Aylin işyerinde mesaiye kaldı. Mesai boyunca Mesutun elli kez arama tacizlerine belki görmezden gelerek katlanabilirdi. Ama eve gidipte, parmağını bile oynatmaktan aciz bedenine, aç bırakarak işkence ettiğini öğrenince sigortası attı. Mesutu düşünmüyordu, o muhtaç yavruyu düşünüyordu elbette.

-Sen ne cins bi babasın, iyice üşüttün. Kendin için değil, bebeğimiz için yemeye mecbursun.

-Sende erken gelseydin hazırlasaydın, vardı da biz mi yemedik

-Buzdolabında hazırdı, ısıtmak o kadar zor mu

İşyerindeki baskı yetmiyormuş gibi, evde de aşırı stres altındaydı Aylin. Bu duruma daha ne kadar dayanabilirdi ki. Yapamayacağı şeyler istemesi, sürekli aşermesi, getirmeyince yapmayınca ağıza alınmayacak küfürler etmesi, yatakta onu sürekli geri çevirmesi, kendini aylardır kadın gibi hissettirmemesi. Zaten öncesinde kırılan bir camın sakızla yapıştırılmaya çalışılması, ancak o sakız her havayla temasında iki parçayı birbirinden ayırmaya başlaması gibi kopuyorlardı birbirlerinden.

Aylin artık kocasını tanıyamıyordu. Evet, hamilelikti anlayabiliyordu, kendisi hiç hamile kalmamış, kalamayacak olsa da kadındı nihayetinde. Kadınlar içgüdüsel olarak hamilenin halini anlayabilirdi. Ama Mesut çizgiyi çok aşmıştı. Zaten eğer hamile kaldığını öğrenmeseydiler bu evlilik çoktan bitmişti. Onların son umuduydu bu çocuk. Ama Mesut karnı büyüdükçe daha çekilmez biri olmaya başlamıştı. Değişken ruh halini anlayabilirdi, ama kendisi de oldukça yorgundu. Hayat onu yeterince hırpalamıştı, bir de Mesutun onu hor görmesine gerek var mıydı? Mesut ise çıtayı yükselttikçe yükseltiyordu.

Çalkantılı bir altı ay geride kalmış, Mesut artık büyüyen göbeğinin biradan olmayışını (neyseki) kabullenmiş, gazoz gibi içinde patır patır patlayan hava molekülleriyle barış imzalamış, hayatının vazgeçilmezi sucuk ve pastırma ile birkaç ay sonra buluşmak üzere sözleşmiş, kalan aylarını minderi gibi bütünleşik geçirmeyi planladığı koltuğunda uzanmış misafirlere hamileliğin ne müthiş bir şey olduğundan bahsediyordu. Aylin ise bütün gün hazırlık yapmış, misafirleri en iyi şekilde ağırlamak için her zamanki gibi tüm marifetlerini sergilemiş, tamamen Mesutun damak tadına göre oluşturulmuş bir menüyle yanlarına gelmişti. Tam o sırada Mesut, muhteşem kokusuyla sokaktaki yarı baygın top oynayan çocukları bile burunlarından kaldırıp pencereye yapıştırabilecek güzellikteki kurabiyeden bir lokmayı, patırdamakta olan midesine indirmiştiki;

-Öghh Aylin bu ne biçim kurabiye. Bütün gün yapa yapa bu kıytırık şeyimi yaptın, diyerek çaya uzandı

-Bu ne abdest suyu gibi. Ya kızım nasıl kadınsın, bi işi de düzgün yap, armut gibi bakma öyle, kaldır şunları gözümün önünden.

Başkalarının yanında yaşanan tartışma, bardağı taşıran son damla olmuş, Aylin artık bu evliliği kesinlikle yürütemeyeceğine kanaat getirmiş, ayrılık kararını Mesuta açmış, ondan da olumlu yanıt almıştı.

Dinine yandığım, biz bu hallere düşecek adam mıydık. Biraz ileri gittim sanırım, ama hep şu hormonlar be gülüm. Hepsini onlar söyletiyor. Yok mesut yok, hamilelik öncesi de aynıydınız siz. Belli işte, biz anlaşamıyoruz artık. Ayrılalım da herkes kendi yoluna gitsin.

Ayrılık çanları çalmış çalmış, kapı açılmış ve gün alınmıştı. Doğumu bekleyemeyeceklerine karar vermişlerdi, sonrasında daha zor olabilirdi. Aralarındaki gergin evlilik çocuğa yansıyabilirdi. Üstelik Aylin Mesuta çocukla ilgili her konuda destek olacak onu yalnız bırakmayacaktı, özellikle lohusa döneminde, erkeklerde çok daha ağır geçiyordu.

Aylin yatakodasını Mesuta bırakmıştı, rahat etmeliydi. Kendisi koltukta yatıyordu. Mahkeme günü uyandı, güzelce kahvaltı hazırladı, eski günlerdeki gibi peçeteler köşesi kırık katlanmış, çatal bıçaklar içerisine yerleştirilmiş, misafir tabakları dolaptan indirilmiş, bahçeden toplanan papatyalar masanın ortasına yerleştirilmiş, Mesuta dokuz aydır yaptığı gibi yumurtasını, sütünü de hazır etmiş.... Sucuk Mesuta yasak olduğu ve kokusunu duyunca canı çekiyor diye aylardır eve sokmuyorlardı. Ama bugün ufak bir kaçamak yapabilirdi, son kahvaltılarıydı ne de olsa. Bir kereden birşey olmazdı. Tam sucukları doğruyordu ki içerden Mesutun sesini duydu.

-Ayliiin kooşş, sanırım yatağa işedim, hala işiyorum, durduramıyorum kooşş

Aylin elindeki bıçağı bile bırakmaya fırsat kalmadan panikle yanına koştu ki Mesut doğurmak üzereydi

-Karnımda dehşet bir sancı var, dayanamıyorum, neler oluyor, bakma öyle bişeler yap

-Doğuruyorsun sersem, çabuk gidiyoruz, erken geldi bizim sıpa

Apar topar hastaneye götürdü kocasını. Yolda ter içinde kalmıştı, Mesut sanki yürürse çocuğu alttan düşürecekmiş gibi yerinden kalkmıyor, Aylin resmen onu kucağında taşıyordu. Doktoru yolda aramıştı, hastanede hazır bekliyordu. Hemen doğumhaneye aldılar Mesutu.

-Doktoor, lan, şu doğum bir bitsin, hastaneden bir çıkayım seni var ya...

-Mesuut, yavaş, ilk doğum sancısı çeken sen değilin. Az kaldı, sık dişini

-Lan paçoz karı sen sus, senin yüzünden geldi bu başıma. Sen yapaydın ben şimdi kapıda sigara içiyor olacaktım.

Doktor Aylinin yanına gelerek, sadece kendisinin duyabileceği bir sesle,

-Aylin hanım takmayın. Erkek hamilelerimizde çok sık rastlıyoruz bu tip ruh geçişlerine. Malum, doğurmak için yaratılmadılar başından, şimdi bünyeleri zorlanıyor. Biz alıştık, diyerek rahatlatmaya çalıştı.

Aylin heyecanla bekliyordu dışarıda. Ailelerine minik biri katılıyordu, hemde herşeyiyle ikisine ait. Çok heyecanlıydı. Doğumda orada olmak istemişti ama Mesut yine huysuzluk edip;

-Ya kızım neyine bakıcan, doktor hallediyo herşeyi, şimdi orda ortalığı birbirine katarsın sen andavallığınla, diye doğum öncesi son vuruşunu yapmıştı, üstelik ailelerinin yanında. Ama şuan bunu düşünüp üzülmenin zamanı değildi.

Aradan yarım saat geçmişti ki bir çığlık sesi yükseldi doğumhaneden. Bu o olmalıydı, gözyaşlarının yanaklarından süzülüp keten gömleğinin omzunu ıslatmasına izin verdi. Ağlamak için bundan daha güzel bir sebep olamazdı. İki üç dakika sonra o tatlı çığlığa bir çığlık daha eklendi, senkronize şekilde ağlıyorlardı, sanki büyük bir orkestranın baş kemancısı gibiydiler. Birinin bitmesine yakın öteki başlıyor, biri devam ederken öteki sırasını bekliyor...

Hemşire kucağında iki bebekle çıktı kapıdan.

İleride pop şarkıcısı olacak bir kız ve yarış pilotu adayı bir erkek. O sabah, Mesut ve Aylinin önceki küllenmiş hayatının bitip; yepyeni, bol kakalı, bir okadar kahkahalı, heyecanlı, umut dolu hayatlarının başlangıcıydı.

0 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page